15
ihtiyar biriymiş gibi yerden kalktı oturduğu. ama 20’li yaşlarda bir çocuktu. ve her gece gençliğini ölümle aldatırdı. bunu resmiyete dökmemişti sadece.
seni görmek istemiyorum eskisi kadar dedi aynaya dönüp. kırıldılar birlikte. sonra defterlerin kenarlarında kalan kağıtları sevmediği için onları koparmakla koparmamak arasında kalmadı. kopardı. kararlı olduğu tek şeyin bu olduğunu fark ettik. birlikte. küçük harfleri seviyordu. geniş zaman kipiyle kurduğu cümleler hep küçük harfle başlar. aslında geçmiş zaman da öyleydi. ve gelecek zamanda da öyle olacak. bir de şimdiki zamanda da öyle oluyor.
mesela dünyayı kurtaracağını umarken içini kemiren umut kırıntılarına karşı her gece ölümü düşlüyor. bir ölünün soğukluğu nasıl olur? hem de dokunanı böyle yakarken...iç çekmelere yeni boyut getiriyor her seferinde, yetmiyor atmosferdeki hava. “böyle böyle öleceğim işte bir gün nefessizlik beni esir alacak.”
herhangi bir mayıs günü mutlu olmayı bilmiyordu ayrıca. mayısın ortasından nefret ediyor, sanki dünyanın tüm acıları o gün yağmur gibi üstüne yağmış hissediyordu.
hafızası iyi. bi sarıldığını bir daha unutmazdı. zaten sarıldığı her yer yanıyordu en sonunda.
filmin sonlarına aşina olmaktan bıkmış bir delilikle düzensizlik getiriyor hayatına. filmlere sondan başlayıp mısırını tabağın en altından yiyordu.
bugün düşlediği her şeyi çantasına attı. biraz edip, biraz turgut, biraz cemalle kendini behçet sandığı güne başladı. iki kere ikinin behçet ettiğini düşünüyor, sürekli “her eve behçet lazım” diye söyleniyordu. hani meşhur 8.15 vapuru vardır ya bugün binmedi işte ona. yürümenin ve yürürken de kendine imparatorluklar kurmanın iyi bir şey olabileceğini düşündü. sonra imparatorlukların sömürü devletleri olduğu aklına gelince 8.15 vapuruna binmek istedi. bazı geç kararlar gerçekten geç kalınarak alınmışlardır. mesela vapur çoktan gitmişti. nasıl gidecekti şimdi işe. soğuğun soluğundan belli olduğu anın biraz tadını çıkartıp kendine “tamam söz ver imparatorlukları düşünmeden şu vapuru yürüyerek geçmeye çalışacaksın” diye söz verdi. bir iki saniyelik yan yana geldiği herkes tuhaf bakışlarla yanından uzaklaşırken hızla koşmaya başladı. vapuru nasıl geçecekti? denizden. evet, evet denizden. yüzerek. ama yüzme bilmiyordu. bir an tereddüt etti sonra verdiği söz gereği atladı. birkaç çırpınıştan sonra kendine geldi. vapur gözükmüyordu artık. sanki atlamasıyla kendine gelmesi arasında günler vardı. bu kadar kısa sürede nasıl gözden kaybolabilir ki diye düşündü denizin ortasında. küçükken bir yerden öğrenmişti denizlerin aslında zararlı olmadıklarını. bunu hatırladı. kendine bunu hatırlattı.
dakikalardır aynı yerde sanki bir şeyi bekliyormuş gibi duruyordu. balık tutan adamlar, bağırışlarıyla eğlendiklerini belgeleyen çocuklar ve çocuklara kızan anne babalar... hepsini duyuyor ve görüyordu ama sanki o ana ait değilmiş gibi geliyordu. biraz sonra ‘simiiiiiiiittt’ diye bağıran bir simitçi geçti. tam onun hizasına gelince durdu ve uzun uzun baktı anlamsız bakışlarla. hayat durmuş gibiydi. tekrar hareketlendiğinde ise kendini oltaya asılı buldu simitçinin bağırışlarıyla birlikte. balıklar tutulmak üzere denizde beklerler diye düşünüyordu. simitçinin sesi daha da yaklaştı kendine simitçi gözden kaybolurken.
...
balkona çıkıp uykusundan uyandıran simitçiye bağırmaya başladığında uzun ve anlamsız bakışlarla süzdü onu. üstünü giyindi saat 8.01’di. vapura doğru yola koyuldu.
seni görmek istemiyorum eskisi kadar dedi aynaya dönüp. kırıldılar birlikte. sonra defterlerin kenarlarında kalan kağıtları sevmediği için onları koparmakla koparmamak arasında kalmadı. kopardı. kararlı olduğu tek şeyin bu olduğunu fark ettik. birlikte. küçük harfleri seviyordu. geniş zaman kipiyle kurduğu cümleler hep küçük harfle başlar. aslında geçmiş zaman da öyleydi. ve gelecek zamanda da öyle olacak. bir de şimdiki zamanda da öyle oluyor.
mesela dünyayı kurtaracağını umarken içini kemiren umut kırıntılarına karşı her gece ölümü düşlüyor. bir ölünün soğukluğu nasıl olur? hem de dokunanı böyle yakarken...iç çekmelere yeni boyut getiriyor her seferinde, yetmiyor atmosferdeki hava. “böyle böyle öleceğim işte bir gün nefessizlik beni esir alacak.”
herhangi bir mayıs günü mutlu olmayı bilmiyordu ayrıca. mayısın ortasından nefret ediyor, sanki dünyanın tüm acıları o gün yağmur gibi üstüne yağmış hissediyordu.
hafızası iyi. bi sarıldığını bir daha unutmazdı. zaten sarıldığı her yer yanıyordu en sonunda.
filmin sonlarına aşina olmaktan bıkmış bir delilikle düzensizlik getiriyor hayatına. filmlere sondan başlayıp mısırını tabağın en altından yiyordu.
bugün düşlediği her şeyi çantasına attı. biraz edip, biraz turgut, biraz cemalle kendini behçet sandığı güne başladı. iki kere ikinin behçet ettiğini düşünüyor, sürekli “her eve behçet lazım” diye söyleniyordu. hani meşhur 8.15 vapuru vardır ya bugün binmedi işte ona. yürümenin ve yürürken de kendine imparatorluklar kurmanın iyi bir şey olabileceğini düşündü. sonra imparatorlukların sömürü devletleri olduğu aklına gelince 8.15 vapuruna binmek istedi. bazı geç kararlar gerçekten geç kalınarak alınmışlardır. mesela vapur çoktan gitmişti. nasıl gidecekti şimdi işe. soğuğun soluğundan belli olduğu anın biraz tadını çıkartıp kendine “tamam söz ver imparatorlukları düşünmeden şu vapuru yürüyerek geçmeye çalışacaksın” diye söz verdi. bir iki saniyelik yan yana geldiği herkes tuhaf bakışlarla yanından uzaklaşırken hızla koşmaya başladı. vapuru nasıl geçecekti? denizden. evet, evet denizden. yüzerek. ama yüzme bilmiyordu. bir an tereddüt etti sonra verdiği söz gereği atladı. birkaç çırpınıştan sonra kendine geldi. vapur gözükmüyordu artık. sanki atlamasıyla kendine gelmesi arasında günler vardı. bu kadar kısa sürede nasıl gözden kaybolabilir ki diye düşündü denizin ortasında. küçükken bir yerden öğrenmişti denizlerin aslında zararlı olmadıklarını. bunu hatırladı. kendine bunu hatırlattı.
dakikalardır aynı yerde sanki bir şeyi bekliyormuş gibi duruyordu. balık tutan adamlar, bağırışlarıyla eğlendiklerini belgeleyen çocuklar ve çocuklara kızan anne babalar... hepsini duyuyor ve görüyordu ama sanki o ana ait değilmiş gibi geliyordu. biraz sonra ‘simiiiiiiiittt’ diye bağıran bir simitçi geçti. tam onun hizasına gelince durdu ve uzun uzun baktı anlamsız bakışlarla. hayat durmuş gibiydi. tekrar hareketlendiğinde ise kendini oltaya asılı buldu simitçinin bağırışlarıyla birlikte. balıklar tutulmak üzere denizde beklerler diye düşünüyordu. simitçinin sesi daha da yaklaştı kendine simitçi gözden kaybolurken.
...
balkona çıkıp uykusundan uyandıran simitçiye bağırmaya başladığında uzun ve anlamsız bakışlarla süzdü onu. üstünü giyindi saat 8.01’di. vapura doğru yola koyuldu.
Yorumlar
Yorum Gönder